Kapat

Vefa ile ilgili kısa hikaye örnekleri

Anasayfa
Eğitim Vefa ile ilgili kısa hikaye örnekleri
psikolog izmir

Bu sayfada vefa ile ilgili kısa hikaye örnekleri yer almaktadır. Birbirinden güzel tam 5 adet kısa hikayeyi okuduktan sonra yorum yapmayı unutmayınız.

Ali dedenin şekerleri

Ali dede emekli olduktan sonra sakin bir sahil kasabasına yerleşmişti. Çalışma hayatı oldukça yoğun olan Ali dede, emekli olduktan sonra sakin bir yaşamı tercih etse de büsbütün boş duramıyordu.

Emekliliğin ilk günlerinde kah çocuk parklarındaki banklarda oturarak, kah sahil bandında yürüyüş yaparak zamanını geçiriyordu.

Yaşlılık döneminde onu tanıyan yoktu. Bu yüzden kimse ziyaretine gelmiyor, halini hatırını sormuyordu. İçten içe büyük şehirden kaçıp bu ıssız kasabaya yerleştiği için pişman olmaya başlamıştı.

O önceki yaşadığı şehirde şekerleme dükkanı işletir, mahallenin çocuklarına parası olmadığı zamanlarda da bedava şeker verirdi. Çocukların yüzlerindeki gülümseme onun için yeterliydi. Fakat sonradan yerleştiği bu kasabada onu tanıyan yoktu.

Ali dede bir gün kolunu kırdı ve hastaneye gitmek zorunda kaldı. Hastanede ona yardım edecek birisi yoktu. Bu yüzden kırık kolla işlemleri kendisi halletmek zorundaydı. Bu da ona zahmet veriyordu.

Yaşadığı acı nedeniyle zor anlar yaşarken eski bir tanıdık ile göz göze geldi. Hemşire Ayşe Ali dedeyi tanımış ve yardımına koşmuştu.

Ayşe Ali dedenin eski mahallesindendi. Ayşe çocukken Ali dede ona çok şeker, çikolata vermiş, parası olmadığı zaman hediye etmişti.

Ayşe hemşire olmuş ve Ali dedenin taşındığı kasabanın hastanesinde çalışmaya başlamıştı. Bir vefa örneği olarak Ali dedenin yardımına koşmuş ve hastanedeki işlemleri onun adına yapmış ve tedavisinin en iyi şekilde yapılmasını sağlamıştı.

 

Bir damla kan

Dursun ve Kamil küçüklükten beri arkadaştılar. Bir gün Kamil’in yolunu çete üyesi gençler kesmiş ve haraç istemişti. Durumu uzaktan fark eden Dursun haraç çetesi ile Kamil’in önüne atılmış ve bu yüzden burnuna bir yumruk isabet etmişti.

Dursun’un burnundan bir damla kan yere damlamış ve Kamil arkadaşının cesareti ve yardımseverliği nedeniyle duygulanmıştı.

Dursun’un cesareti nedeniyle çete üyeleri haraç istemekte ısrar edememiş ve dağılmışlar. Aradan yıllar geçtikten sonra Kamil Dursun’un ameliyat olacağı haberini aldı ve doğruca yanına koştu.

Dursun’a ameliyat için kan gerekiyordu. Kan gruplarının uygun olması nedeniyle Kamil kan bağışı yaptı ve ameliyat olan Dursun’un hayatı kurtuldu.

Dursun arkadaşı Kamil’in vefası nedeniyle duygulandı ve teşekkür etmek istedi. Kamil “Ben senin için sadece kanımı değil canımı da veririm, eminim sen de aynısını yapardın” dedi.

 

Tam isabet

Mahallenin çocukları toplanmış sapan ile hedeflere atış yapıyorlardı. Hedefi vuran “tam isabet” diye bağırıyor, diğerleri onu alkışlıyordu. Bu oyuna katılamamış bir çocuk vardı.

Muharrem’in sapanı yoktu bu yüzden de oyunu izlemekle yetiniyordu. Keşke onun da bir sapanı olsaydı ama henüz sapan yapamayacak kadar küçüktü. Babası mütemadiyen şehir dışındaki işlerde çalıştığı için oğluna sapan yapma fırsatı olmuyordu.

Cengiz bir ara Muharrem’i fark etti. Muharrem’in sapan ile atış yapmaya hevesli olduğu fakat bu imkanı olmadığı için üzüntülü olduğunu anladı ve ona kendi sapanı ile atış yapmasını teklif etti.

Muharrem’in gözlerini sevinç bürümüştü. İlk atışı hedefin epey uzağından geçmişti ama ikinci atışında hedefi bulmuştu. “Tam isabet” diye sevinçle bağırdı Muharrem. Arkadaşları onu tebrik ettiler.

Muharrem o günkü sevincini hiç unutmayacaktı. Yıllarca kendine sapanını ödünç veren Cengiz ile arkadaşlığını sürdürdü ve her zaman ihtiyacı olduğunda yanında oldu. Çünkü Muharrem vefalı bir arkadaştı.

Bir gün Muharrem’in telefonu acı acı çaldı. Arayan Cengiz’di. Cengiz’in işlettiği lokanta iflas etmek üzereydi. Yüklü borcunu ödeyemezse ekmek teknesine haciz gelecekti.

Muharrem’in ise durumu iyiydi. Düzenli bir işi ve birkaç gayrimenkulü vardı. Dairelerinden birini sattı ve Cengiz’in borcunu ödedi.

Cengiz lokantasına yeniden kavuştuğu ve vefalı bir arkadaşa sahip olduğu için çok sevinçliydi.

 

Görev arkadaşı

Nilüfer’in ilk görev yeri Bitlis’in ücra beldelerinden biriydi. Buraya hemşire olarak atanmıştı. Mesleğe adım atmanın sevincini görev yerine ulaştığı zaman karşılaştığı manzara kursağında bırakmıştı.

Dizlerin üzerine kadar gelen kar, çamur sıvalı evler, konuştuğu anlaşılmayan insanlar ve başıboş köpekler…

İşe başladığı ilk gün istifa dilekçesini kaleme almıştı. Dilekçesini yazdıktan sonra yanına hemşire arkadaşı yaklaşmış ve ne yazdığını sormuştu.

İstifa etmek istediğini söyleyen Nilüfer’e hemşire Nermin tavsiyeler verdi:

“Ben senden 5 yıl önce burada göre başladım ve aynı senin gibi istifa etmeyi düşündüm ama istifa etmedim. Sen de etmemelisin. Burada sana ihtiyacı olan insanlar var. Hem zamanla zorluk ve imkansızlıklara alışıyorsun”

Nermin’in sözleri Nilüfer’i istifa etmekten vazgeçirmişti. Nermin Nilüfer’e her konuda yardım etmiş ve onun mesleğine tutunmasını sağlamıştı.

Aradan iki yıl geçtikten sonra Nermin’in tayini memleketine çıkmıştı. O bu zor coğrafyada görevini tamamlamış ve yıllardır devam eden memleket hasretine son vermişti. Nilüfer, Nermin’in gidişine üzülmüş ama aynı zamanda arkadaşı mutlu yaşayacağı için sevinmişti.

Nermin memlekete dönerken bindiği otobüs teröristlerce kurşunlanmış ve Nermin hemşire ağır yaralanmıştı. Nilüfer hemşire bir vefa örneği göstererek hemen Nermin’in yattığı hastaneye koşmuştu.

Doktorlar Nermin’in her iki böbreğinde de hasar oluştuğunu ve kısa sürede yeni bir böbrek bulunmazsa fazla yaşamayacağını söylediler.

Nilüfer hemen kan ve doku örneği vererek bağışçı olmak istediğini söyledi. Nilüfer’in dokularının Nermin’e uygun olduğu tespit edilmişti. Böbrekte doku uyumu olması nadir görülen bir durumdu ve hem Nilüfer hem de Nermin hemşire böbrek nakli yapılabileceği için Allah’a şükrediyorlardı.

Nilüfer böbreklerinden birini Nermin’e bağışlayarak onun hayatta kalmasını sağladı. Çünkü vefalı bir görev arkadaşıydı.

 

Sözüm meclisten dışarı

Zamanın birinde iyiliksever ama yaptığı iyilikleri başa kakmasını seven bir adam yaşardı. Adamın adı Celal’li çok çalışkan ve yetenekli olan bu adamın mahallede herkese iyiliği dokunmuştu.

İnsanlarla bir araya geldiği zamanlarda “sözüm meclisten dışarı“ diye sözlerine başlayarak “Ben herkese yardım ederim ama ben düşecek olsam, kimse elimden tutup kaldırmaz!” derdi.

İnsanlar Celal’in yardımseverliğinden memnundu fakat iğneleyici konuşmalarından rahatsız oluyorlardı. Gerçekte ise hayat aynı Celal’in bahsettiği şekilde cereyan ediyordu. Celal maddi sıkışıklığı olan biri oldu mu ona yardım eder fakat Celal paraya sıkışınca kimse yardıma gelmezdi.

Celal birinin sağlık sorunu olduğunda kendi zamanından feragat edip o kişinin yardımına koşar fakat Celal hastalanınca kimse halini hatırını sormazdı.

Bir gün Celal buz tutmuş orman yolunda yürürken kayıp düştü ve bacağını kırdı. Düştüğü yerden kalkamıyordu ve hava soğuktu. Eğer hava kararmadan düştüğü yerden kalkıp sıcak bir yere gidemezse gecenin soğuğunda donup ölmesi muhtemeldi.

Hava kararmaya başlarken Celal de hayatından ümidini kesmek üzereydi. Çünkü düştüğü nokta insanların sık gelip geçmediği bir yerdi.

Gözlerinin feri sönmek üzereyken bir  el başına dokundu. Gözlerini aralayan Celal Necla’yı gördü. “Senin ne işin var burada ?” diye sordu Necla’ya.

“Seni aramaya çıktım ve şükür ki bulabildim” dedi Necla.

Orman’a odun toplamaya giden Celal vaktinde dönmeyince Celal’in annesi komşulara durumu haber vermişti. Çoğu komşu oralı olmasa da 2 sene önce Celal’in kan bağışı yaptığı Adem’in kızı Necla babasının traktörüyle Celal’i aramaya çıkmıştı.

Celal’in kolundan tutarak traktörün römorkuna yerleştirdi Necla. Ve vakit kaybetmeden onu hastaneye yetiştirerek hayatını kurtardı.

Celal Necla’nın vefasından dolayı memnuniyet duydu ve bundan sonra da etrafındakilere yardım etmeye devam etti.